Seçilebilmesi İçin Bırakın Seçsin!

Uzun yılların vazgeçilmez tartışması sınav sistemlerimiz. Yıllar boyunca birçok farklı yöntem denedik ama hiç değiştirmediğimiz ve asla değiştiremeyeceğimiz ise “seçmek”. Bu kadar kötü bir şey mi seçmek? Kişisel kanaatim yanlış bir şey olmadığı yönünde. Neleri seçmiyoruz ki? Romantik söylemler çok uzak geliyor bana açıkçası. “Seçmek” eylem olarak yanlış bir şey değil kesinlikle ama neyi ne için seçtiğimiz konusuna gelirsek yol almamız gereken çok mesafe var daha. Belki de birçok şeyde yaptığımız gibi doğru eşleştirmeyi yapamamamızın faturasını “seçme” kavramına kesiyoruz.[1]  Sözün özü sadece eğitim değil hayatın birçok sürecinde seçiyoruz ve seçmeye de devam edeceğiz. Bir an önce romantik söylemlerden uzaklaşmamız ve daha rasyonel sebep sonuç ilişkileri kurmamız gerekiyor.

Yeni bir seçme sistemimiz var artık. Gerek ortaöğretime geçişte gerekse yüksek öğretime geçişte farklı bir bakış açısı ile karşı karşıya kaldı çocuklarımız bu yıl. Birçoğu ciddi zorlandılar. Sonuçları incelediğimizde de bunların yansımasını görüyoruz. Özellikle ortaöğretime geçiş sisteminde en yukarılarda 1 puan dilimine 200 – 300 kişi düşerken 200 -250 puan aralığında bu sayının 2000 – 3000 gibi rakamlara çıktığını görüyoruz. Dağılım teorik olarak mantıklı gibi düşünülse de oldukça düşük denebilecek puan dilimlerindeki yığılmanın bizlere bir şeyler söylemeye çalıştığını görmek gerek.

Sınavlar çocuklarımızdan ne istiyor onlar ne kadar verebiliyor? Üzerinde düşünmemiz gereken bir soru bu. Son dönemlerin trend başlıklarından kodlama (1 sayfalık bir soru ile sınavda da arz-ı endam etmişti) neden bu kadar önemli? İlk çıktığı dönemlerde en çok bağlantı kurulduğu nokta yazılımdı. Sonra sonra esas fonksiyonu daha çok konuşulmaya başladı. Kodlama sebep sonuç ilişkileri ve karar ağaçları oluşturmayı hedefliyor. “eğer …. ise o zaman ….(if…then…)” mantığını kullandırmaya çalışıyor. Bu bakış açısı ile hayatımıza bir göz attığımızda ise her an kullanmak durumunda olduğumuz bir mantık olduğunu ama kullanma konusunda toplumsal olarak çok da mahir olmadığımızı görüyoruz. Eleştirel düşüncenin temel ayaklarından biri bu aynı zamanda. Bu mantığı doğru kullanmak istiyorsak bütünü görme konusunda bir çabamız olması gerekiyor. Bildiklerimizin ötesinde bir şeylerin daha olabileceğini fark edebilme yetimizin ve kabul edebilme olgunluğumuzun olması gerekiyor. Çok kati görünen şeylere bile en başta bir şüphe ile bakabilme cesaretimizin olması gerekiyor. Birçok becerinin öncesinde kendini yönetebilme becerisinin olması gerekiyor.

İşte tam da bu noktada öğretimsel yaklaşımlar iflas ediyor. Çünkü bu beceriler öğretimsel süreçlerle aktarılacak beceriler değil. Bunlar eğitimsel süreçlerin meyveleri. Gerek formal eğitim süreçlerimiz gerekse toplumsal normlarımıza baktığımızda ise ciddi bir dönüşüm ihtiyacı içinde olduğumuzu görüyorum. Bu becerilerin mevcut öğrencilerimizde ne kadar olduğunu görüyoruz ve görmeye de devam edeceğiz. Şunu biliyoruz ki bu anlayış gittikçe güçlenerek hayatımıza yer edecek. Gelecekte çocuklarımıza bir kıymet bırakmak istiyorsak işin temeline, okul öncesine dönmemiz gerekiyor. Hatta okul öncesi eğitimin de öncesine dönmemiz gerekiyor. Aileye dönmemiz gerekiyor. Bu becerilerin hayatta kullanılabilir bir enstrüman olması için ciddi bir özsaygı ve farkındalık gerekiyor. Bu da ilk ağlamayı duyduğumuz andan başlayan bir süreç gerektiriyor ve her geçen yıl kayıp olarak değerlendirilebiliyor. Hatta diyebilirim ki formal eğitim süreçlerine dahil olduğu anda çocuklarımız için yapabileceğimiz çok fazla bir şey kalmamış olabiliyor. Çünkü eğitim – öğretim kurumları kademeler ilerledikçe ortalama başarıyı referans alarak süreç planlaması yapıyorlar. Bireysel bakış açıları her bir sınıf artışında biraz daha azalıyor.  Bazılarımıza çok iddialı gelebilir bu ifade ama yıllar boyunca karşılaştığımız birçok vaka böyle söylüyor. Tabi ki bu iş işten geçti anlamına gelmiyor ama gerçek şu ki %60-70 ailede bitiyor. Temeller sağlam olmazsa üzerine bina edilenler de çok sağlıklı olmuyor.

Buraya kadar çok kavramsal konuştuk belki. Peki ne yapacağız? Pratikteki karşılığı nedir bu sözlerin? Çok basit bir cevabı var aslında bu sorunun. O kadar basit ki inanmakta zorlanabilenler bile olacaktır. Hayata dair belki de her şeyin temel kuralı! Küpte ne varsa dışarı o sızar. Zamanında verdiklerimizi bugün geri alıyoruz. Çocuklarımızdan ne istiyorsak zamanında onlara onu vermemiz gerekiyor.

Kendilerine saygı duymalarını istiyorsak ilk önce bizim onlara saygı duymamız gerekiyor. Benliklerini fark ettirmemiz gerekiyor. Yaşları ne olursa olsun onları muhattap almamız ve bunu onlara hissettirmemiz gerekiyor. Üzüldüğünde dinlememiz ve ciddiye almamız gerekiyor. Üzüldüğü şey bizim için ne kadar küçükse onlar için o kadar büyük. Bizim arabamız bizim için ne kadar kıymetli ise onun oyuncağı onun için aynı derecede kıymetli.

Sorumluluklarının farkında olmasını istiyorsak yanlışlarında suçu başkalarına yüklemememiz gerekiyor. Koşarken bir yere çarptığında suçlu çarptığı şey değildir. Uygun bir dille ona daha dikkatli olması gerektiğini hatırlatmamız gerekiyor.

http://questionscommas.com/choice-3/

Doğru seçimler yapmasını istiyorsak seçme şansı vermemiz gerekiyor. Tabağına konacak yemeğe ya da giyeceği kıyafete karar verme şansı vermemiz gerekiyor. Bazen ısrar ettiğinde kontrollü bir şekilde yanlış seçimlerinin sonuçlarını yaşamasına müsaade etmemiz gerekiyor. Biraz aşırı uç da olsa örnek örnektir. Kar yağarken kısa kollu giymek isterse bırakın giysin ama ilk seferinde biz yanımıza uzun kollu bir şeyler alalım.

Eleştirel düşünebilme becerisi istiyorsak onların eleştirilerini dikkate almamız ve değerlendirmemiz gerekiyor. Büyüklerin işine karışılmaz mantığı ile yetiştirilen her çocuk hiç büyümeyecektir haberimiz olsun. Büyüdükçe hayatın bize kattığı samimiyetsizliklerimizi çok çabuk yakalarlar ve acımasızca yüzümüze vururlar. Sorun açısından en kolay ama bizim açımızdan en zor yol ise samimi olmaktır.

Her şeyi bilemeyeceklerini bilmelerini istiyorsak her şeyi bilmediğimizi çok açık bir şekilde ifade edebilmemiz gerekiyor. Bazen “bilmiyorum” diyerek bazen bilen insanlara gösterdiğimiz hürmetle bilmenin sınırlarını onlara hissettirmemiz gerekiyor.

Hiçbir şeyi sorgulamadan kabul etmemelerini istiyorsak getirdikleri her konuda “peki ya böyle olursa!” gibi basit bir cümle ile alternatifleri göstermemiz gerekiyor. Bazen onlar sürprizler yapıp “ya böyleyse” dediklerinde sözlerinin ne kadar kıymetli olduğunu onlara hissettirmemiz gerekiyor.

Bu örnekleri arttırabiliriz. Birçok konuda söylenecek çok söz vardır mutlaka. Sözün özü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi küpte ne varsa dışarı o sızar. Vermediğimizi beklemek gibi bir yaklaşım eğitim süreçlerinin realitesi konusunda hayalden de öte bir bakış açısıdır. Temeldeki sorunu görmeden eğitim kurumlarından sonuç beklemek zaman kaybından öte bir şey getirmeyecektir.

Son olarak şunu da söylemekte fayda var. Konuya sadece bir yönüyle değindik. Tabi ki süreç sadece bu yönden değerlendirilmez. Ama şu da bir gerçektir ki en temel sorun alanı burasıdır.

Adam olmalarını istiyorsak onlara adam gibi davranalım![2]

 

[1] Başka bir tartışma konusu olması hasebiyle bu kadar değinmek yeter diye düşünüyorum.

[2] “Adamlık” cinsiyet anlamında değil şahsiyet anlamında kullanılmıştır.

 

Erdeniz Yıldırım
Eğitim Yöneticisi

 

Görsel Link: https://nationalcareersweek.com/choice-chance/

Erdeniz Yıldırım:
Alakalı Konular