Makaleler

Kendi Zeminini Oymadan Öğretmen Kalma Sanatı

Öğretmenlik zorlu bir süreç. Öğrenci olma durumunun hiç bitmediği, bitmemesi gereken de bir meslek. Çoğu meslek öyledir elbette ama meslekler arasında diplomayı aldıktan sonra, başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan, en az 30 yıl sürdürülebilir olarak görülür ne hikmetse. Asıl zorluğu da öğrencilik durumunun hiç bitmemesi değil aslında. Malumunuz, ortaya bir ürün çıkartmak için kolları sıvayan her insanın en önemli motivasyon kaynağı yine ortaya koyduğu üründür. Öğretmenlik mesleğinde ise durum çok farklı. Çünkü insana yapılan yatırım en geç geri dönen yatırımdır. Yani böyle bir motivasyon beklemek sizi oldukça yıpratan bir durum.

Peki nedir öğretmenin motivasyon kaynağı? Bu bir çırpıda cevaplanabilecek bir soru aslında, hemen sıralayabiliriz öğretmenin motivasyon kaynaklarını: insan yetiştirmenin verdiği haz, kutsal bir mesleğe sahip olma, kırk yıl köle olacak öğrenciler, eti senin kemiği benim diyen veliler, uzun tatiller, devlete girersen iş garantisi… Uzar gider liste.

Peki hal böyle ise, insan yetiştirmekle pek de ilgisi olmayanları bir kenara koyarsak bir ideali olan öğretmen neden yorgun; kendini yalnız ve köşeye sıkışmış hissediyor? Yani diğer bir değişle bu kutsal! mesleğin icracısı motivasyon kaynağını yitirmiş görünüyor. İster kızalım, hırslanalım öğretmene ister üzülüp vahlanalım elimizde kökleri çok derine inen böyle kocaman bir gerçek var.

Mesele çok yönlü ama ben önemli gördüğüm ve zemin oluşturabilecek 3 noktaya odaklanmak istiyorum.

  1. İnsan psikolojisine dair halleri hem kendisi hem karşısındaki için anlamlandırabilme:

Değişen zaman ile insanın da değişme ihtiyacı su götürmez bir gerçek. Ancak eğitimdeki eksiğimizi sadece değişen çağın gerçekleriyle açıklamak yanlış olur. Eğitim her zaman dokunuşların en hassasına ihtiyaç duymuş bir alan. Biyo-Psiko-Sosyal bir varlık olan insanın, tüm yönleriyle işin içinde olduğunu düşünürsek değişkenlerin ne denli hassas olduğunu daha net anlayabiliriz. Tüm bunların içerisinde adı, zamana ve temayüllere göre değişse de insan psikolojisi insanlık tarihi boyunca her zaman dikkat çekici, her zaman cazip bir çalışma alanı olmuş. Üzerine söz söylemeden duramadığımız bu alanın önemini kavramak özellikle malzemesi insan olan öğretmen için elzem. Ancak bu “önemini kavrama” meselesi derin mesele. Bu konuda, “Eğitimci eğitimi” dediğimiz profesyonel dokunuşa ihtiyaç var.

Şimdi hayal edin. Öğretmen oldunuz, yola gerçekten bir şeyleri değiştirmek için çıktınız. Çok heveslisiniz. Sahaya girdiniz. Ama yanlış ama doğru el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Bu arada meslektaşlarınızın tavsiyeleri de gırla gidiyor. Eğriyi doğrudan ayırmak gittikçe güçleşiyor.  Okulda öğrendiğiniz çoğu şey ellerinizin arasından kayıp gidiyor. Bunun yanında bir de danıştığınız kıdemli öğretmenler “Geçer bu heves yakında, fazla da takma!” diyor. Şaka gibi ama hevesinizin geçmesi için temennide bulunan insanlar olduğunu görüyorsunuz. Tecrübeyle sabittir. İçten içe de biliyorsunuz: öğrenciniz için gerektiğinde danışman gibi yönlendirme yapan, gerektiğinde arkadaş gibi koluna giren, gerektiğinde ana-baba şefkatiyle muamele eden olmak durumundasınız. Ve bunların ötesinde ne biri ne öteki olmadığınızı bilip, hepsinin harmanlanması gerektiği bir mesleğe sahip olduğunuzun bilincindesiniz. Peki nasıl? Aklınızda deli sorular.

Her ne kadar eğitim alanında gayret etmek isteyen idealist öğretmenlerimiz olsa da eğitimciliği derse girip kırk dakikayı doldurmak olarak gören, bunun ötesinde eğitim alanında başka hiçbir şey yapılamayacağını düşünen, öğrenilmiş çaresizliğini yaymayı tek görev kabul eden büyük bir kitle olduğunu kabul etmek zorundayız. Mesleğin tabiatından kaynaklanan çetin durumların yanında bir de bu gerçekler içerisinde, idealist öğretmene çok kısıtlı bir hareket alanı kalıyor

  1. Eleştirel düşünceyi kazanma ve kazandırabilme:

İletişim çağı olarak adlandırdığımız günümüzde bilgi olanca hızıyla, doğruya yanlışa bakmadan yayılıyor. Eskiyi anmak, eskiye özlem her zaman cazip. Ancak insanlık tarihi boyunca denerken yanılma gerçeği hep söz konusu. Belki de çağımızın sıkıntısı her bir bireyin her bir denemesinde düştüğü yanlışı kitleler olarak bilme durumumuz.  Artık sonuç kadar süreç de olanca şeffaflığıyla gözler önünde. Bu olumlu bir durum olarak algılansa da çoğu zaman sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Gizlemek mümkün olmayınca aşikâr olanı yönetme ihtiyacı doğuyor. Bu da eleştirel bakış açısını kazandırma gerekliliğini gözler önüne seren bir durum ki bence bu öğretmenlik mesleğinin en temel niteliği. Peki, eleştirel bakış açısına sahip olamayan, farklılığı disiplinsizlik, özgürlüğü kontrolü yitirme olarak algılayan bir öğretmenin, bu bakış açısını kazandırmaya çalışması ne kadar gerçekçi? Ve elimizde kalan bilindik kısır döngü: Öğretmenin yetiştirme tarzından dolayı ortaya çıkan öğrenci profili, bu öğrenci profilinden doğan öğretmen…

Thinking business woman in front of question marks drawn on blackboard

Bu kısır döngüyü kırmak için bahsettiğimiz idealist öğretmenin hareket ve teneffüs alanını genişletmek asıl mesele. Öğretmenin desteklenmesi, zaman zaman da kendi kendini destekleyebilir hale gelebilmesi gerek. Bunun önemli bir ayağı da farklı disiplinlerden ama aynı amacı taşıyan öğretmenlerin bir araya gelmesi.  Mesele coşkun nehirlere akacak mecra sunmak, yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağlamak. Mesele farklı fikirlerin imtizacından karmaşa değil yeni fikirlerin ortaya çıkacağını kavramak… Tıpkı sınıfta olduğu gibi.

  1. Kendi bütünlüğü için teneffüs alanları yaratma:

Aynı yola baş koymuş öğretmenlerle bir araya gelmek çıkış noktası. Peki yeterli mi? Çağın gereklilikleri, insanın insan olmasından kaynaklanan ihtiyaçları, ruha dokunma, toplumsal fayda, bireysel mutluluk derken kuşatılması gereken alan listesi uzayıp gidiyor. Bir de kuşatılanın insan olduğu gerçeğinin yanında kuşatanın da insan olduğu gerçeği var. Bir anne, bir baba, bir evlat, bir kardeş… Başka başka sosyal rolleri de var öğretmenin. Ruha dokunurken kendi bütünlüğünü de koruması gerek.  Kolay bir iş midir bu? İşte profesyonel dokunuş dediğimiz ihtiyaç burada da ortaya çıkıyor.  Yani insanı, kendi ruhunun derinliklerini keşfederek karşısındakini anlama yolculuğuna çıkartan ve öğretmenlik mesleğinin temelini oluşturan eğitimler…

Bu eğitimler meslek hayatı boyunca sürmeli elbette ama öğretmen adayı bu eğitimlere henüz üniversitede iken ulaşabilmeli. Maalesef çoğu üniversitede bu kısım eksik bırakılmış. Bu eğitimlere ulaşmak isteyen eğitimci zaman ve maddi kaynak sıkıntısı yaşıyor. Hal böyle olunca aslında temel ihtiyaç olan lüks olarak algılanmaya başlıyor.

Tüm bu kargaşa gibi görünen alanları mecz edip ritmi yakalama işi yine eğitimciye düşüyor. İşte bu karmaşa içinde öğretmen kendini yalnız ve köşeye sıkışmış hissediyor. Öğretmenin bu konuda çok büyük bir desteğe ihtiyacı var ve öğretmene bu desteği sağlamadığımız her dakika aslında kendi oturduğumuz dalı kesiyoruz.

Evet baştan kabullenmek gerek: Bir insanı eğitmek, eğitmeye çalışmak kolay iş değil.  Hem de çoğu zaman olumsuz dış etkenlere, akıntıya karşı kürek çekiyormuş, geriye dönüp baktığınızda bir arpa boyu yol almamış gibi hissetmenize rağmen bir taşı diğerinin üzerine itinayla koymaya çalışmak…

Yıllar yılı eğitimciliği hep bir yetenek olarak gördük. Elbette, kişinin mesleğini icradaki gücü tabiatıyla da alakalıdır ama hangi yetenek gelişip serpilmeden bir başyapıt koymuş ki ortaya. Burada sıkıntı titizlik gerektiren hazırlık sürecinin farkında olmamak. Evet, işi yolda öğreniyoruz- tabiri caizse sahada- peki bu öğrenme sürecinde kaç can yaktığımızın farkında mıyız acaba? Hangimizin, diğerlerine basit gelen ama ruhumuza olumlu ya da olumsuz anlamda iz bırakmış bir okul anısı yoktur ki? Benim çok… Matematik korkusunu aşma sürecimi öğrencilerime anlatırken içimden de olsa ilkokul öğretmenimi yâd etmeden(!) geçmem mesela.

Artık öğretmen eğitimlerinde -mış gibi yapmayı bırakıp kolları sıvamalıyız tüm eğitim camiası olarak. Bir insanın ruhuna dokunurken kendi bütünlüğünü de koruyabilmek yolda giderken öğrenilmiyor maalesef. Ne yapabilirim soruları içinde bunalmış, imdat çığlıkları atan öğretmene ya da eğitim sistemine gerçekten elde can simidiyle gitmek gerek.

Nur Dağaslanı